Friday, February 2, 2007

BAKIŞ AÇISI VE ÖNYARGILAR...


Dr. Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini
öğretirken onlara şu olayı okudu:
�Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz
şeyler geveliyor. Zaman, yer, ya da kişi kavramı yok. Yalnız, nasıl
oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor. Son altı aydır onun
yanındayım, ne görünüşü için bir çaba harcıyor ne de bakım yapılırken
yardımcı oluyor.

Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin
püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalardan dolayı sürekli leke
içinde. Yürümüyor. Uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla
herkesi uyandırıyor. Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir
neden yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana dek de feryat figan
bağırıyor.�

Bu olayı okuduktan sonra, Dr. Ruskin öğrencilerine böyle birinin bakımını
üstlenmek isteyip istemeyeceklerini sordu. Öğrenciler bunu yapamayacaklarını
söylediler.

Dr. Ruskin, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onlarında yapması
gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırdılar.

Daha sonra Dr. Ruskin hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başladı.
Fotoğraftaki doktorun altı aylık kızıydı.

GERÇEKLER DEĞİŞMEZ, BİZ DEĞİŞMELİYİZ...

Frank Koch, Denizcilik Enstitüsü�ne ait bir dergide şu hadiseyi anlatır:

Eğitim filosuna bağlı iki savaş gemisi, günlerdir kötü hava şartlarında manevra yapıyordu. Ben en öndeki gemide görevliydim. Hava kararmıştı. Köprüde nöbet tutuyordum. Ara sıra yoğunlaşan sis nedeniyle görüş mesafesi kısaydı. Dolayısıyla komutan köprüde kalmış, bütün faaliyetleri denetliyordu.
Karanlık çöktükten kısa bir süre sonra , iskele tarafındaki nöbetçinin sesi duyuldu:�Işık! Sancak tarafında�

Komutan seslendi: � Düz mü gidiyor, kıça doğru mu?�

Nöbetçi: �düz ilerliyor komutanım� diye cevap verdi. Demek ki gemi ile tehlikeli bir çarpışma rotası üzerindeydik.

Komutan emir verdi; gemiye mesaj gönder! �Çarpışma rotasındayız. Rotanızı 20 derece değiştirmenizi öneriyoruz�

Karşıdan şu mesaj geldi:� Rotanızı 20 derece değiştirmeniz önerilir�

Komutan; mesaj gönder! �Ben komutanım. Rotanızı 20 derece değiştirin.�dedi.

Karşıdaki �ben deniz onbaşıyım. Rotanızı 20 derece değiştirirseniz iyi olur.� diye cevap verdi.

Komutan iyice hiddetlenmişti. Hırsla emretti : Mesaj gönder! �Ben bir savaş gemisiyim. Rotanızı 20 derece değiştirin �

Karşıdan cevap geldi �ben bir deniz feneriyim !�

Biz rotamızı değiştirdik.

Stephen Covey�e göre ilkeler deniz fenerindeki kayalar gibidir. İlkeleri çiğneyemeyiz, onlara sadece çarpabiliriz.

STEPHEN COVEY/ "Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı" adlı kitabından

KAZANMAK CESARET İSTER...

Kazanmak cesaret ister. Burada sözü edilen kazanma, yükselme isteği ile başkalarını ezip geçmek değil, yaşam zorluklarının üstesinden gelerek kazanmadır. Özerkliğin getirdiği özgürlüğü benimsemek cesaret ister, candan olmak ve insanlarla yüzyüze gelebilmek cesaret ister, başkaları tarafından benimsenmeyen bir düşüncede direnebilmek cesaret ister, alınan kararların gerçeğe uygun olup olmadığını her zaman farkedebilmek cesaret ister, kişisel seçimlerin sorumluluğunu üstlenebilmek cesaret ister, olduğun gibi görünmek ve kendine özgün insan olabilmek gerçekten cesaret ister.

Önümüze çıkan yollar hep belirgin olmayan yollardır. Robert Frost''un da belirttiği gibi "Cesaret, en önemli insan erdemlerinden bir tanesidir. Kısıtlı bilgi ve yetersiz kanıtlar içerisinde hareket edebilme cesareti, hepimizin sürekli yaşadığı bir olay."

Çevresinde olup biteni özgürce inceleyen düşüncelerini rahatlıkla belirtebilen ve içten davranabilen doğru kişilerin izlediği yol, her zaman kolay bir yol değildir. Gene de bu kişiler zayıf yanlarını fark ederek, yenmek istedikleri takdirde, kazanmak için gereken bütün niteliklerin kendilerinde doğuştan var olduğunu göreceklerdir.

"Born to win" James Jongeward
John Wiley and Sons İn. Newyork

DEĞİŞMEK GÜZELDİR!

Bir adam Tanrı''yı aramaya karar verdi. Evrenin ne sebeple yaratıldığı konusunda derin bilgiye sahip olduğunu iddia eden ve Tanrı''nın insanlardan ne istediğini açıklayabileceğini söyleyen bilgeleri arayıp buldu.

''Peki bunları size kim öğretti'' diye sordu adam bilgelere; ''Tanrı''nın kendisi mi?''

Bilgeler pek çok güzel ve derin söz söylediler, ama hiçbiri dört bir yanlarına anlattıkları bunca şeyi onlara kimin öğrettiğini tam olarak tanımlayamadı. Böylece adam, orada pek çok şey öğrenerek geçirdiği birkaç günün ardından yolculuğuna devam etme kararı aldı.

Yolculuğu sırasında bir vadiye ulaştı. Oradaki köylüler, hemen yakındaki bir dağda, Tanrı''nın oraya yaklaşan herkesle konuştuğunu iddia ediyordu.

Adam hemen sözü edilen dağa gitti. Üç gün boyunca dua edip oruç tutarak orada bekledi, ama Tanrı görünmedi. Dördüncü gün gelip çattığında adam çaresizlik içindeydi, sonunda dayanamayıp bir çığlık attı:

''Neredesin?''

Adamın sesi cevap olarak yankılandı: ''Neredesin?''

İşte o andan itibaren adam anlamıştı; Tanrı da aynı soruyu soruyor ve onu arıyordu.

Kültür ve düşünme

Sufi geleneği nehri bir kayıkla geçmekte olan bir filozofun hikayesini anlatır...

Filozof, nehri geçerken kayıkçıya bilgisini göstermek istedi.

''Horbiger''in metinlerini biliyor musun?''

''Hayır,'' diye cevap verdi kayıkçı. ''Ama işimi iyi yapmak için doğanın bana öğrettiklerini biliyorum.''

''Peki öyle olsun, ama şunu da bil ki; bu metinleri bilmiyorsan hayatının yarısını kaybetmişsin demektir!''

Tam nehrin ortasına geldiklerinde, kayık akıntının etkisiyle bir kayaya çarptı ve batmaya başladı. Kayıkçı hemen kıyıya doğru yüzmeye girişti, ancak dönüp baktığında filozofun boğulmak üzere olduğunu gördü.

''Ben yüzme bilmem,'' diye bağırdı filozof çaresizlik içinde. Ve ekledi: ''Sana Horbiger''i bilmediğin için hayatının yarısını kaybettiğini söylemiştim, ama şimdi ben nehirdeki akıntı gibi basit bir şeyi anlayamadığım için tüm hayatımı kaybediyorum!''

Gündüz ve gece

Üstad, öğrencilerini çevresine topladı ve onlara ''Gecenin tam olarak ne zaman sona erdiğini nasıl anlarsınız?'' diye sordu.

''Güneşin ilk ışığını gördüğümüz zaman'' diye cevap verdi hepsi bir ağızdan.

''Hiç alakası yok. Gece, kardeşimizin gözlerinin içine bakabildiğimiz ve onun yanımızda olduğunu görebildiğimiz zaman biter. Veya yataktan bir gün önce yaptıklarımızdan hiç pişmanlık duymayarak kalkabildiğimiz zaman... Ya da bedeli ne olursa olsun, her zaman Tanrı''nın bizden istediği şekilde hareket edeceğimizi kendimize söyleyebildiğimiz zaman.

''Bunları yapabildiğimiz güne kadar, dışarıda güneş pırıl pırıl parlıyor da olsa, içimizdeki gece sürecektir.''

Zuan Ziu doğadan bahsediyor

Kış geldiği zaman, ağaçlar yapraklarının döküldüğünü görünce üzüntüyle iç geçiriyor olmalı. Kendi kendilerine şöyle diyorlardır: Bir daha asla eskisi gibi olamayacağız.

Elbette. Yoksa kendilerini yenilemenin ne anlamı kalır? Yeni çıkacak olan yaprakların kendi kişilikleri olacaktır, onlar yeni gelen ve bir öncekiyle asla aynı olmayacak bir yaz mevsimine ait olacaklardır.

Yaşamak değişmektir; ve mevsimler bize bu dersi her yıl tekrar öğretir. Değişim bir depresyon döneminden geçmek demektir: Eskiden olduğumuz şeyi unutmak zorundayızdır ve yeni geleni de bilemeyiz. Ama biraz sabırlı olursak, bahar sonunda mutlaka gelir ve o zaman çaresizce geçirdiğimiz kışı unuturuz.

Değişim ve yenilenme hayatın kanunlarıdır. Sadece bize mutluluk getirmek için var olan şeyler yüzünden acı çekmektense, onlara alışmak daha iyidir.

Yazan: Paulo Coelho

Kaynak : www.aksam.com.tr

BİR ŞEYİ GERÇEKTEN İSTEDİĞİMİZDE EVREN BİZE YARDIM EDER!

Bir şey istediğimizde -imkansızmış gibi görünse dahi- bütün evren bunun gerçekleşmesi için bizimle hareket eder...

Rus Çariçesi Katerina kışın ortasında dalından yeni toplanmış taptaze portakalların olduğu kutular aldı. Kutuların beraberinde gelen bir not meyvelerin imparatorluğun sınırları içindeki uzak bir limandan geldiğini söylüyor ve ekliyordu: ''Neler yapabileceğimizi görüyorsunuz ama daha da gelişmek için sizin yardımınıza ihtiyacımız var.'' Bu durumdan çok etkilenen Rus İmparatoriçesi bu limanın daha da gelişip daha çok ürün alabilmesi için çok büyük miktarda para gönderdi.

Aslında portakallar Karadeniz''in öte yanındaki bir başka ülkeden getirilmişti. Ve İmparatoriçe''ye gönderilen not, içinde yalan olmasa da bütün gerçeği söylemiyordu. Belli bir istikamet takip etmeksizin gerçekleştirmeyi planladığım 90 günlük hac yolculuğum sırasında bu şehre ayak bastığımda hikayede geçen yerin neresi olduğunu hemen anladım; bu şehirde en çok duyduğunuz kelime şuydu çünkü: ''Burası Odessa!''

SÜRPRİZ BULUŞMA

Bu yolculuğu yapmaya karar verdiğimde, kendime her hafta için en az bir tane resmi ziyaret sebebi bulmam gerektiğini biliyordum. Çünkü böyle bir sorumluluk yolculuğumu tam ortasında yarım bırakıp Brezilya''ya zamanından önce dönmemi engelleyecekti. Bu ziyaretimde de Ukrayna hükümetinin Çernobil nükleer felaketinin 20. yıldönümü sebebiyle düzenlediği foruma katılacaktım. Etkinlik sadece bir öğleden sonrayı kapsıyordu, bu yüzden hazır rüzgar beni Ukrayna''ya sürüklemişken bir hafta daha bu ülkede kalmaya karar verdim. Ne yapmak istediğimi sorduklarında, normalde üç - dört gün önceden duyurmama rağmen bu kez okuyucularımla sürpriz bir buluşma düzenleyeceğimi söyledim. Peki nerede olacaktı?

''Odessa,'' diye cevapladım.

Herkes çok şaşırmıştı. Neden Odessa? Onlara, benim de Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Schwab Foundation tarafından projesi seçilen Sergey Kostin''le görüşeceğimi söyledim. Davos''taki toplantılarda (Schwab Foundation Dünya Ekonomik Forumu''na bağlı bir kuruluştur) tek bir kelime İngilizce konuşmadan projesini bize sunan ve oradaki zirveye sık sık katılan işadamlarını duyarlı hale getirmeyi başaran bu Ukraynalı''dan çok etkilenmiştim. Sergey kendisini yaşadığı şehirde ziyaret etmem konusunda ısrar etmişti; kendimi içgüdülerim ve çeşitli işaretler doğrultusunda yönlendirdiğim bu yolculukta yolum buraya düşünce bunu yapmanın zamanının geldiğini hissetmiştim. Puente la Reina''da başlayan geleneğe uyarak yerel bir kitabevinden çekilişle belirlenecek 50 okuyucumla buluşacağım bir imza günü düzenlemesini rica ettim.

Bir dostum bana uçağını ödünç verdi. İndiğimizde Rusya''daki temsilcim imza günü için nasıl bir hazırlık yapıldığını görmek istediğini söyledi, çünkü her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak istiyordu. Ama davetiyelere göz attığında gözlerindeki endişeyi fark ettim.

ENDİŞELİ BEKLEYİŞ

Temsilcim ''İyi ama burda ne tarih, ne yer, ne zaman belli!'' dedi.

''Burası Odessa'' diye cevap verdi kitabevi sorumlusu, ''Davetiyeleri alanlar gerekli bilgileri almak için etkinlikten üç saat önce telefon edecek. Eğer bilgilere daha erken ulaşırlarsa ortaya bir sürü sahte davetiye de çıkar.''

İmza gününe kimsenin gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştık ama temsilcim Natasha''ya endişe etmemesini, herhangi bir beklenti içinde olmadığımı ve tüm bunların maceranın bir parçası olduğunu söyledim. Bu arada da Eisenstein''ın filmi ''Potemkin Zırhlısı''nın en güçlü sahnelerinin çekildiği merdivenleri görmeye gittim. Sonuçta her şeye rağmen imza partisi çok başarılıydı, ne de olsa ''burası Odessa''ydı ve beklenenden çok daha fazla kişi partiye gelmişti. Kitabevi sorumlusu beni, heykelimi yapmak isteyen devasa bir adamla tanıştırdı.

Daha önce de bu tür teklifler almıştım. Hiçbirini de kabul etmedim çünkü bunun günler boyu poz vermek anlamına geldiğini biliyorum, oysa ben ertesi gün Kiev''de olmayı planlıyordum. Ama kitabevi sorumlusu ısrar etti:

''Sadece 1 saat. Burası Odessa!''

O gün Ortodokslar''ın Paskalya yortusuydu, Hıristiyanlık için önemli bir gündü. Sırf adamı böyle bir günde mutlu etmek için teklifini kabul etmem gerektiğini hissettim -ancak gerçekten bir saatten daha fazla kalamazdım, Kiev''e geri dönmek zorundaydık.

BİR SAATTE HEYKEL

Birkaç arkadaşla birlikte adamın stüdyosuna gittik. Adı Alexander Petrovich Tokarev olan heykeltıraş bütün geceyi kilisede dua ederek geçirdiğini söyledi (bu bir Ortodoks geleneğidir). Gece hiç uyumamış olmasına rağmen kolları sıvayıp heykeli yontmaya girişti. Biraz gergindim, çünkü bu kadar kısa sürede hiçbir şey yapamayacağını düşünüyordum. Adam su gibi terliyordu, elleri bir an bile durmuyordu, buna rağmen hareketleri netti, bir tür ruhani bale yapıyor gibiydi. Stüdyosunun dört bir yanına yayılmış diğer çalışmaları, dehasını ve yeteneğini gösteriyordu. İmkansızmış gibi görünen işleri gerçekleştirme konusundaki tutkusunu ve kapasitesini anladım. O anda şunu bir kez daha hatırladım: Bir şeyi istediğimizde bütün evren de bunun gerçekleşmesi için bizimle birlikte hareket eder.

Bir saatin sonunda heykel hazırdı. Ama neden bu kadar şaşırmıştım ki? Burası Odessa''ydı!

Yazan: Paulo Coelho

Kaynak : www.aksam.com.tr

YAŞAYAN BİLGEDEN DERSLER...

Ruhani lider kime denir, nasıl olunur, herkes olabilir mi? Mesela benden iyi bir ruhani lider olur mu? Bu ve bunun gibi sorular kafamda volta atarken, kendimi fotoğraf editörüm Süreyya Dernek''le boyu 1.50cm''yi geçmeyen, ilk bakışta pek de şirin bulmadığım, Hintli bir kadının yörüngesine girmiş buldum. Bu kadın, Brahma Kumaris Raja Yoga Meditasyon Derneği''nin düzenlediği konferans için İstanbul''a gelen dünyaca ünlü ruhsal lider, Dadi Janki''nin ta kendisiydi. Süreyya''yı bilmem ama beni gerilmiş sinirlerimden ve göğsümde bir yerlerde fırtına koparan olumsuz duygularımdan arındıran bu kadından, pozitif yaşamın ve yaşlanmamanın sırlarını öğrendim diyebilirim.

129''dan fazla ülke gezmişsiniz. 90 yaşındaki biri için yorucu bir program değil mi bu?

Yorgunluk benim sözlüğümde yer almaz. Unutma ki; kalbin ve sevginle yaptığın şeyler seni asla yoramaz. Hem zaten, ziyaret ettiğim her ülkede o kadar büyük bir ilgi ve dua yoğunluğuyla karşılaşıyorum ki, onca enerjinin karşısında güçsüz düşmem imkansız. O yüzden de dünyanın neresinde olursa olsun eğer tek bir kişinin bile bana ihtiyacı olduğunu duyarsam hemen oraya gider ve ona hizmet ederim. Bu sadece paylaşmak değil, aynı zamanda değer ve ilham vermek. Bu hisler içimde yaşadıkça ruhumu besliyor, hiç yorulmuyor, hiç yaşlanmıyorum.

ENERJİNİZİ BOŞA HARCAMAYIN

Zamane kadınları, sizin yaşınızda sizin gibi sağlıklı ve enerjik olabilmek için neler yapıyor...

İnsanın varlığını sürdürebilmek için dört şeye ihtiyacı var; yiyecek, hava, su ve dinlenme. Bence ruhun da ihtiyaçları aynı. Ben saf ve güçlü düşüncelerden yemek, sevgiden su, huzurlu bir atmosferden de aklım için oksijen yaratıyorum. Böylece ruhum da bedenim de eşit oranda doyuyor. Sen de böyle yaparsan anti-aging ürünü kullanman gerekmez.

Ruhunuza gösterdiğiniz özeni bedeninize de gösteriyor musunuz?

Ben, bedenime bakım yapmak için, kremlere, ilaçlara veya son moda kıyafetlere ihtiyaç duymam. Bu işlemler için gereken zaman ve enerjiden tasarruf eder bedenimi gereksiz yere yormam. Son zamanlarda küçücük çocuklar bile yorgunluktan şikayet ediyor. Eğer enerjini yanlış şeylere harcarsan kendini sürekli yorgun hissedersin.

Neler enerji harcamaya değer?

Kendimden örnek vererek açıklayayım. Ben hayatta sadece insanlarla olan ilişkilerim ve sahip olduğum ruhun içindeki sevgiiçin enerjimi harcarım. Halbuki pek çok insan aklını; ilişkileri, görüntüleri ve maaşlarıyla meşgul ediyor ve sürekli zihinlerini yoruyor. Bense, aç gözlü olmadığım için hiç ihtiyacım olandan daha fazla nasıl para kazanırım, diye düşünmem. Önemli olan zihindeki enerjiyi de pozitif kullanmak.

Sizi bu beyazlar ve pozitif düşünceler içinde görünce, ister istemez ''İçinde negatif hiç mi bir şey yok acaba'' diye düşünüyorum...

Unutma insanlar içlerinde her türlü düşünceyi barındırır. Hem kendilerine hem de başkalarına karşı agresif hisler besler, birbirlerini kıskanır, düşüncelerinde saldırırlar. Sonra da kendilerine ''Bunda ne var ki, sadece içimden geçiriyorum'' derler. Ama aslında hiddet içeren düşünceler birleşip, insanları şiddet içeren aksiyonlara götürür. Bu negatif hisler benim ruhumu rahatsız eder. Benim saf ve pozitif duygu ve düşüncelere ihtiyacım var. Böylece hem ben olumlu olurum hem de çevremdekilere olumlu enerji yayarım.

Siz hiçbir şeye kızmaz, hiçbir şeye üzülmez misiniz Allah aşkına!

Hayatta yaşayacak çok fazla vaktim kalmadığı için, yanlış yola girenlerin hayatlarında reformlar yapmalarına yardım etmek istiyorum. Kendileriyle barışık bir hayat sürmeleri için tecrübelerimi aktarmak istiyorum. Tavsiyelerimi dinlemezlerse de kızmıyor sadece anlamaya çalışıyorum.

DOĞA BİZİ CEZALANDIRIYOR

Siz böyle konuştukça kendimi kötü biri gibi hissediyorum!

Senin yaptığın işi ben yapamam. Benim yaptığım işi de sen yapamazsın. Bu yüzden de ben seninle, yapabildiğim işin sırlarını paylaşıyorum ki, sen de başkalarıyla benden öğrendiklerinin ve kendi becerilerinin harmanını paylaşabilesin. Benim görevim önce kendimi anlamak, sonra tanrıyı, daha sonra da onlara ihtiyaçlarını verebilmek için etrafımdaki insanları anlamak. Tutkulu olman seni kötü yapmaz ama kendini geliştirebilirsin.

Yaşanan terörist eylemler ve savaş, sizin gibi pozitiflik için yaşayan birini çok üzüyor olmalı.

Savaş sadece cephede ölenleri değil, savaşa neden olanları da, savaşması emredilenleri de, savaşamaya gidenlerin yakınları ve savaşılan toprakları da etkiliyor. Kan dökmek için toplanan milyonlarca insana, barış için aynı yerde olmalarını teklif etseniz kaçı gelir? Demek kitleleri etkilemek için önce bireylerin ruhundaki şiddeti söndürmek gerek. Biz bir aileyiz. Hep ''ben'' demek ne kadar egoistlikse aynı şekilde ''benim ülkem'' demek de öyledir. Dünyada sürüp giden o kadar kötü enerji, günah ve hata var ki, artık toprak bile buna tepki gösteriyor, deprem gibi çeşitli afetlerle tavrını ortaya koyuyor.

Yani doğa, bizi cezalandırıyor mu?

Bu sorunun cevabı oldukça derin. Ama eğer konuyu kendi açımdan ele alarak cevap vermem gerekirse, şunu söyleyebilirim ki doğa bugüne kadar bana hiç zarar vermedi. Çünkü ben dünyadaki tüm elementlere sevgi veriyorum. Dokunduğum çiçeğe, bastığım toprağa ve soluduğum havaya hep sevgi dolu pozitif enerji yayıyorum. Bugüne kadar adımımı attığım hiçbir kara parçası beni cezalandırmadı. Depremlerin, tsunamilerin gerçekleştiği pek çok ülkeye gittim ama hiçbirinde yara almadım. Tanrıya ve elementlerine karşı hissettiğim sevgi, beni koruyor. Bu beden 90 yaşında, ama bana hiç zorluk çıkarmıyor.

Nasıl yani, hiç hastalanmıyor musunuz?

Bazen sıkıntılarımın olduğu doğru. Ama o sıkıntılı anlarda, ben hastalandığımı düşünmüyorum. O anlarda anlıyorum ki, doktorlara hizmet etme zamanım gelmiş. Ben, beni muayene eden doktorla kendi bilgilerimi ve enerjimi paylaşıyorum, o da benimle kendisininkini. Böylece karşılıklı bir alışveriş yaşanıyor ve bunun için de hiçbir zaman fatura kesilmiyor.

Dadi Janki''nin dünyadaki izleri

1916''da Kuzey Hindistan''daki Sindh bölgesinde doğdu.


1937''de 400 kişilik güçlü bir kadınlar topluluğu olan Ruhsal Üniversite''ye katıldı.


1937-1951 yılları arasında yöneticilik becerileri konusunda eğitimler aldı, aynı zamanda hemşirelik görevini yürüttü.


1951-1974 yıllarında Hindistan''ın dört bir yanında eğitim merkezleri kurarak, kast sistemine meydan okudu; bireyleri ve özellikle kadınları, kendine yetme ve liderlik becerilerini geliştirme konusunda güçlendirdi.


1974''de Londra''ya geçerek üniversitenin genişlemesi işini yürüttü ve insan doğasının Doğu ve Batı kültürleri arasındaki evrenselliğini gösterdi. Bu çerçevede 129''dan fazla ülkeye seyahat etti ve toplumsal projelere katıldı, dünya liderleriyle görüştü.


Onun yönlendirmesi ve ilhamları sayesinde üniversitenin merkezleri, İngiltere''de ve dünyanın 90''dan fazla ülkesinde açıldı.


1983''de Brahma Kumaris Dünya Ruhsal Üniversitesi''nin Yönetici Eş-Başkanı olarak atandı.


1986 yılında ''Barış İçin Bir Milyon Dakika'' programını -Birleşmiş Milletler Uluslararası Barış Yılı için yapılan en büyük maddi amacı olmayan projeyi- başlattı.

İhtiyacınız olan dört doğru

İlginizi, hayatta gerçekten önemli olan ve gerçekten ihtiyaç duyduğunuz şeylere yönlendirmelisiniz. Bunların yanında tanrıyla bağ kurmanız, etrafınızdakilerle iletişimde olmanız, onlara doğru yolu göstermek ve elinizden gelen her konuda yardım edebilmeniz için dört şeye ihtiyacınız var. Bunlar; doğru refakatçi, doğru anlayış, doğru destek ve doğru refakatçiyle güçleri doğru yönde birleştirebilme. Ben her zaman, hayatım başkasının hayatına destek olabilsin diye uğraşıyorum. Böylece ruhum, kendini diğer ruhlardan soyutlamamış oluyor. Bu da ona zarar vermek isteyenlere karşı destek edinmesini sağlıyor.

Yazan: Sabannur Kıraç

Kaynak : www.aksam.com.tr

TARİHİ DEĞİŞTİRENLER İNSANIN KENDİSİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİ DEĞİŞTİRENLERDİR!

Kelebek Etkisi Yaratmaya Hazırlanın

Malcolm X bir keresinde şöyle demişti: �Tarihi değiştirebilenler, ancak ve ancak insanın kendi hakkındaki düşüncesini değiştirmiş olanlardır. İsa kadar Hitler de, Buda kadar Stalin de değiştirmiştir tarihi...� Gerçekten de tarihi değiştiren insanlardan söz ettiğimiz olur. Bunlardan bazılarını olumlu örnekler olarak anımsarız, bazılarınıysa anımsamak dahi istemeyiz. Ama yine de yürüttüğü devasa projesini merak ederiz.

Bazen bir kahramanın ya da bir tipin peşine takılmaktan söz ederiz. Biz onun ister yazar, bilim adamı, sanatçı olsun isterse bir işadamı veya politik lider olsun yaşamının içerisine bunca şeyi nasıl sığdırdığını merak ederiz. Eninde sonunda bir kadın ya da bir adamdır bu. Ama aynı zamanda vizyonu, tutkusu, gücü ve enerjisiyle birçok insan için harekete geçirici olmuştur. Dünyanın büyüklüğüne bakıldığında, dünyanın nüfusuna bakıldığında bunu bir �Kelebek Etkisi� olarak yorumlamamız gerekir.

Bu durumda aklıma şu soru geliyor. Bazıları kendi kişisel yaşamlarını bile değiştirme gücü bulamazken bazıları nasılda dünyanın kendisini izleyeceği, saygı duyacağı ve nesiller boyu anımsayacağı birisi oluyor. Burada ikincilerin dünyanın tamamıyla kendileri arasındaki ilişkiyi derinden kavradıkları sonucunu çıkarıyorum. Burada ikincilerin sistem düşüncesini yakaladıklarını düşünüyorum. Burada duruyor ve ikincilerin Kelebek Etkisi yaratma konusunda bir seçim yaptıklarını düşünüyorum.

Son olarak bu insanların sadece kendi kişisel yaşamlarıyla yetinmediklerini, dünyanın tamamıyla ilgilendiklerini görüyorum. Tutkularının büyük olduğunun farkındayım. Şöyle ya da böyle, iyi veya kötü hangi yönde olursa olsun bu tutku onları harekete geçiriyor.

Bir insanın kendisi nerede biter? Vücudunun bittiği yerde değil elbette. Bir insanın kendisinin gerçekten nerede bittiğini kestirmek güçtür. Gerçekten de böyle bir şeyi tam olarak gözlemlememiz son derece zordur.

İnsan öldüğünde bile, bir insan öldüğünde bile gücünün nereye uzandığını tam olarak yorumlayamayız. Bir insanın kendisinin bittiği yer onun etkisinin, gücünün bittiği yerdir. Böyle olunca da örneğin Kopernik�in sınırını öyle kolaylıkla bulamam. Hala onun adı anıyor olmamız, onun hakkında araştırmalar yapıyor olmamız, onun düşüncelerine hangi yoldan ulaştığını tespit etmeye çalışıyor olmamız bile beni onun bizi hala etkileyebildiği sonucuna götürür.

Gilles Deleuze �Spinoza Üzerine On Bir Ders� adıyla dilimize kazandırılmış olan kitapta bir turnusol taneciğinin, küçük bir tohumun bir duvarı yıkmaya gücünün yettiğini söyler. Şimdi kalkıp biz bu turnusol taneciğini küçümseyebilir miyiz? Ama belki ilk bakışta onun gücünün farkında olmayacaktık. Onun gücünü yüzeyinden ibaret kabul edecektik. Deleuze şöyle diyor �Bir şeyin sınırı, onun eyleminin sınırıdır. Yoksa hudutlarının sınırı değil.�

Kelebek etkisi yaratmak için ilk adım dünyanın bizim tarafımızdan da değiştirilebileceğine inanmaktır. Bu inanç olmaksızın yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Hah, burada dünyayı değiştirmekten söz ettiğimizde sakın olan ille de dünyanın tamamını kastettiğimiz anlaşılmasın. Önemli olan sizin dünyada herhangi bir eyleminizin gücü ölçüsünde dünya da bir iz bırakmanızdır. Siz kendi çevrenizde, ailenizde ve iş yaşamınızda bir değişiklik yapmakla yetinmek istiyor olabilirsiniz. Ama aklınızdan çıkarmamanız gereken şey şudur bir seçim yapmalı ve harekete geçmelisiniz.

Büyük bir kelebek etkisi yaratmış Gandhi, pasif direniş yöntemi ve inançlı kararlılığı sayesinde vizyonunun yaşama geçmesini sağlamıştır. Gandhi, bu ufak tefek adam Hindistan�nın özgürleşmesini bir seçim yapıp harekete geçerek sağlamıştır. O ne bir politik liderdi ne de asker. Ama kesinlikle vizyoner ve kararlı bir adamdı. Bunun ötesinde dünyayı etkileyebileceğinin farkına varmıştı. Kendi gücünün, etinin ve derisinin bittiği yerle sınırlı olmadığını anlamıştı. Kendi gücünün eyleminin bittiği yerde olduğunu anlamıştı.

Dr.Martin Luther King "Gandhi, yaşadığı süre içinde, dünya tarihinde başka hiç kimsenin seferber edemediği sayıda insanı harekete geçirebilmiştir. Yalnızca biraz sevgi ve anlayışla, iyi niyetle ve kötü bir yasaya uymayı redederek, Büyük Britanya imparatorluğunun direncini kırabilmiştir.� demişti

***

Kaosta ilerlerken
Yanına cesaretini almayı unutma
Cılız bir ışıkta bile devam etmeyi bilmek için

Ve bir sanatçının içgüdüsüne ve yön bulma kabiliyetine
İhtiyaç duyacaksın
Her şey belirsizken bile yürüyebilmek için

Haritalar yön gösterir
Stratejiler hayat kurtarır
Her şey yolunda giderken
Ama ikisi de zenginleştirmez
Sen bir kasırganın ortasındayken

Kaosta ilerleyeceksin
Başka seçeneğin yok!
Planlarını çöpe at, yeteneğini geliştir
Az sonra uçmayı öğreneceksin!

Unutma!
Sen ölü bir insan
Ya da cansız bir eşya değilsin
Kanadını çırpıp tüm dünyayı değiştirebilirsin!

Yazan: Onur Hınçer

Kaynak : Kelebek Etkinizi Yaratın

ÜSTÜN KİŞİDEN BİLGELİK BELGELERİ...

İnsanın �üstünlük� haline varmasının, �bayağı� insan olmaktan çıkıp �seçkin� insan olmasının yolu �akıl�dır.

Konfüçyüs, öğrencileriyle ya da kendisinden �akıl� soran yöneticilerle konuşmalarında �üstün insan-seçkin insan� tanımları getirir. Seçkin ve üstün olmak için �gerçeği� görmek gerekir:

�Sabah erkenden gerçeği görmek ve o günün akşamında ölmek... Bir insan için hiç de kötü bir durum değildir bu...�

***

Konfüçyüs, �seçkin kişi�nin kaçınması gereken üç şeyi anlatır:

�Bana ayıp gelen, bana bayağı gelen, bana tehlikeli gelen üç şey vardır:

* Kim ki gençliğinde öğrenmek için kendini yormazsa, onun ihtiyarlığında da öğretecek bir şeyi olmaz.. Bunu ben ayıp sayarım.

* Kim ki memleketinden ayrılır ve uzakta bir hükümdarın hizmetinde başarı kazanır, sonradan eski tanıdıklarından birine rastlar ve eski günlerinden edilecek bir söz bulamaz... Bunu bayağılık sayarım.

* Kim ki aşağı insanlarla düşüp kalkar ve saygıdeğer insanlara yaklaşmaz... Ben bunu tehlikeli görürüm..�

***

Üstün kişiyi, bayağı kişilerden ayıran üç özellik vardır:

�Adamlık onu basit acılardan kurtarır.

Bilgelik onu anlamsız kuşkulardan kurtarır.

Kararlılık onu gereksiz korkulardan kurtarır.�

***

Seçkin kişinin �kaygı�ları ve �utanç�ları farklıdır. Konfüçyüs şöyle anlatır:

�Seçkin kişi üç durum için kaygılanır:

Bir şeyi henüz öğrenmemişse, onu öğrenemediği için kaygılanır.

Bir şeyi öğrenmiş ama tam benimseyememişse bunun için kaygılanır.

Bir şeyi öğrenmiş, benimsemiş ama henüz uygulayamamışsa bunun için de kaygılanır.

Seçkin insan beş durumdan utanır:

Uygun fikri olup da, onu aktarmak için doğru ifadeyi bulamamışsa utanır. Gereken sözü ve ifadeyi bulup da sözüne uygun davranamamışsa utanır. Bir değerli şeyi elde edip kendi yanlışı yüzünden kaybetmişse utanır. Toprağı, mülkü olup da ona göre halkı olmamasından utanır. Gücü kendisinin gücüne denk olan bir hasmının başarı bakımından kendisini geçmesinden utanır.�

***

Konfüçyüs�ün �üstün insan-seçkin insan� tanımlarını dinleyen öğrencileri de kendi görüşlerini söyler.

* Birinci öğrenci:

�Üstün kişi önce güven kazanır, ancak ondan sonra emrindekilere iş yükler. Eğer güven olmadan iş yüklerse, emrindekiler bunu zulüm sayar. Üstün kişi önce hükümdarının güvenini sağlar, sonra itiraz eder. Eğer güven sağlamadan itiraz ederse hükümdar bunu isyan sayar.�

* İkinci öğrenci:

�Üstün kişinin kötülüğü tıpkı Güneş ya da Ay�ın tutulması gibidir. Üstün kişi bir hata yaptığı zaman bütün insanlar onu görür. Hatasını düzeltince de, insanlar yeniden başlarını kaldırıp ona bakmaya başlar.�
Kaynak : www.vatanim.com.tr

ALİCENAPLIK, ADİL HÜKÜMDAR, KUDRETLİ KİŞİ VE ÇEVRE...

Molla Camî, iki konuda �alicenaplık� olduğunu söylüyor. Birisi şudur:

Dostlarında, arkadaşlarında her lahza yüzlerce kusur görsen bile onları affetmelisin.

İkincisi de şudur:

Hiçbir zaman öyle bir şey yapmamalısın ki, sonunda özür dilemek zorunda kalasın.

Alicenaplık, kardeşlerini mazur görmek demektir. Hataları karşısında özür dileyeceğin bir muameleyi onlara reva görmemelisin.

***

Hint hükümdarı taşınıyordu. Kitapları toplandı, develere yüklendi. Hükümdar �bunlar çok olmuş� dedi, �en önemlilerini ayırın, bir tek deveye yükleyin.�

Veziri, kitaplardan sorumlu kişiyi çağırdı ve üç konudaki kitapları yüklemesini söyledi:

Birincisi, hükümdarı adalete yönelten kitaplar.

�Çünkü� dedi, �hükümdar, adaleti kendisine meslek kabul ederse, büyük küçük herkes huzur içinde yaşar ve ülkede asayiş hüküm sürer. Yüreği yaralı bir tek mazlum olsa bile, onun iniltisi bütün alemi sarar ve ülkeyi sarsar. Keşmekeş içinde bir dünyadan kurtulmak için hükümdarın adil olmasından başka bir şey gerekmez.�

İkincisi, halkın kanunlara itaat etmesinin yollarını gösteren kitaplar.

�Çünkü� dedi, �Hükümdar zulüm tohumu ekerse halk da ona itaat etmez, kanunları dinlemez. Arpa ekilen yerden buğday alınmaz. Halk kanuna itaat ederse hükümdar zulüm yapamaz. Hükümdar zulüm yapmazsa halk kanunlara itaat eder.�

Üçüncüsü sağlık hakkındaki kitaplar.

Vezir son olarak şunları söyledi: �Acıkmadıkça yemeğe el uzatmayan ve doyar doymaz sofradan kalkan sağlığını kaybetmez. Bu üç konudaki kitapları okuyan hükümdar, adil olması ve sağlıklı kalması gerektiğini öğrenir.�

Molla Camî bu hikâyeye bağlı olarak şunu söylüyor:

Bilgi senin için mecburi ve zaruridir. Onu elde edip öğrenmeye bak. Bütün gerekli şeyleri öğren. Sonra onları kullanmayı da öğren.

***

Molla Camî öğüt verirken kimin neden kaçınması gerektiğini şöyle anlatıyor:

Üç şey vardır ki üç zümreye yakışmaz:

1- Hükümdarlara aksilik, sertlik

2- Bilginlere mal mülk ihtirası

3- Zenginlere hasislik

Yazarın kalemi üç şeyi, üç kişi için kötü yazar, kötü olarak kayda geçirir:

1- Kudretli hükümdarın sert huyluluğu

2- Bilginin mal hırsı ve tamahı

3- Zenginin cimriliği

Filozoflar şöyle demiştir:

Bir ülke adaletle mamur, zulümle viran olur. Adalet, bulunduğu yerden bin fersah öteye ışık verir. Zulüm ise, yapıldığı yerden bin fersah öteye kadar olan her yeri karartır.

Ey kudretli kişi:

Adaletle iş görmeye bak, hep buna çalış. Adalet sabah ışığı gibi doğar ve aydınlığı bin fersah öteye gider, dağılır.

Zulmün karanlığı ortalığı kaplarsa, cihan karanlık ile, hayat acıyla, darlıkla, yoklukla dolar.

***

Molla Camî �çevre� için şöyle diyor:

Kudretli hükümdarın yakın dostları bilgili, iyi düşünceli ve ağırbaşlı kimseler olmalıdır, şaklaban ve şarlatan nedimler değil.

Birinciler hükümdarı kemal derecesine yükseltir. İkinciler ise soytarı adamlardır, hükümdarın değerini düşürür.

Bilginin dudağından dökülen her nükte bir cevherdir. Geniş yürekli, olgun bir kimse hikmet mücevherleriyle donanmış bir hazinedir.

Ey kudretli kişi, sakın o hazineyi kendinden ayırma, uzaklaştırma. Şaklaban ve şarlatanları ise asla yanına yaklaştırma.

Kaynak : www. vatanim.com.tr

TARİHTEKİ ÜNLÜLERİN HAZIRCEVAPLILIĞI...

Churchill, avam kamarasında konuşurken, muhalif partiden bir kadın milletvekili,
Churchill'' e kızgın kızgın şöyle seslenir:
- "Eğer, karınız olsaydım, kahvenizin içine zehir karıştırırdım."
Churchill, oldukça sakin kadına döner ve lafı yapıştırır:
- "Hanımefendi, eğer karım siz olsaydınız, o kahveyi seve seve içerdim."


2. Sokrates ve eşi bir türlü iyi geçinemezlermiş . Bir gün eşi
Sokrates''e verip veriştirmiş, ağzına geleni söylemiş. Bakmış
kocası hiç bir tepki göstermiyor; bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış. Sokrates, gayet sakin:
- "Bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağanak zaten bekliyordum" demiş.

3. Bernard Shaw ile Churchill hiç geçinemez ve sık sık
birbirlerini iğnelermiş. Bernard Shaw, bir oyununun ilk gecesine,
Churchill'' i davet etmiş ve davetiyeye de bir pusula iliştirmiş:
- "Size iki kişilik davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp
gelebilirsiniz. Tabii dostunuz varsa." Churchill, hemen cevap
göndermiş:
- "Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu
seyretmeye gelemeyeceğim. İkinci gece gelebilirim, tabii oyununuz ikinci gece de oynarsa."

4. Bir gün Eflatun, talebelerinden birini kumar oynarken yakalamış ve şiddetle azarlamış. Talebesi:
- "İyi ama ben çok az bir paraya oynuyordum" diye itiraz edecek
olunca Eflatun cevap vermiş:
- "Ben seni kaybettiğin para için değil, kaybettiğin zaman için azarlıyorum."

5. Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle
ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi
olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri
kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa:
- "Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem" der. Diyojen,
kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir:
- "Ben çekilirim."

6. Meşhur bir filozofa:
- "Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar
fakirsiniz?" diye sorulduğunda:
- "Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan" demiş.

7. Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile'' ye hasımlarından biri:
- "Efendim" demiş, "Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi?"
Galile: - "Doğru" demiş, "Benim kulaklarım bir insan için biraz
büyük ama, seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mi?"

8. Bir toplantıda, bir genç Mehmet Akif'' i küçük düşürmek ister:
- "Affedersiniz, siz veteriner misiniz?" Mehmet Akif hiç istifini
bozmadan şöyle yanıtlamış:
- "Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?"

9. Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere
çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri
ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:
- "Sen sır saklamayı bilir misin?" diye sormuş. Vezir:
- "Evet hünkarım, bilirim" dediğinde, Yavuz cevabi yapıştırmış:
- "İyi, ben de bilirim."

10. Bir filozofa sormuşlar: - "Şansa inanır mısınız?" Filozof:
- "Evet, yoksa sevmediğim insanların başarılarını neyle
açıklayabilirdim. "

Bu yazıya Not Ver !